Sürüklenen Küçük Hayatlar



Yeni bir hayat kurma isteği yalnızca mutsuz insanların isteği midir yoksa her şeyi yoluna koyanın da içinde böyle bir istek var mıdır? Bir boşluğa mı dalarız yoksa baktığımız yer baktıkça mı anlamsız bir hal alır ve bulanıklaşır? Gözlerimizi ayıramadığımız zamanlarda kafamızda aslında ne vardır ya da bir şey var mıdır?

Her seferinde kendi kendime tonla soru sorduğum ve cevaplayamadığım gece yarıları, bu yazıların kaynağıdır. Gün içinde olanlar kafamda şerit içinde akar ama genellikle gün içinde ol(a)mayan yön verir bana. Ne demişti Adanalı hırsız, yaptıklarım için pişman değilim; aklım hala yapmadıklarımda! Ve ardından gelen yancısı da eklemişti, bu hayatta unutulan değil iz bırakan ol! Düşününce şöyle bir sonuca ulaşıyorum: Hepimiz, kendimizi bu cümleler üzerine inşa etmeye çalışıyoruz. Sadece Adanalı hırsız ile bizi ayıran ufak bir fark var. O da yöntemlerimiz. Biz emeğimizi ucuza satıyor, senelerce bir şeyler ezberliyoruz ve ezberlediklerimizi zamanı geldiğinde kağıtlara aktarıyoruz. Bu dönem bitince de yine ucuza emeğimizi satmaya devam ediyoruz. Bizden çalınanlara göz yumuyoruz ve birimizin evindeki televizyonu alan bu gençleri hırsız ilan ediyoruz. Çünkü küçük hayatlar yaşıyoruz, bu da büyük çalmalara değil küçüklerini, gözümüz önünde olana dikkat kesilmemize sebep oluyor.

Nereden nereye geldik yine… Halbuki bu sefer, küçük hayatımızdan kaçışımızı yazacaktım. Tam olarak az önce bu yazıya olan şey oluyor bizlerin yaşamına: kontrol edemiyoruz ve bir şeyler bizi alıp sürüklüyor. Mesela üniversiteyi okuyoruz ve işe girmemiz gerekiyor(!); Evlenmemiz, çocuk yapmamız falan da gerekiyor(!)…


Sürüklenen küçük hayatlarımızın şekli bizi mutlu da etse mutsuz da etse, neticede kendiliği ‘sürüklenen küçük hayat’tır. Bizim leyleklerimiz, bizi kirli bir bohçada getirdi; Kraliyet leylekleri ya da allı pullu temiz bohçalarımız hiçbir zaman olmadı. İlk karşılaştığımız ten, bir devlet hastanesi ebesinin eliydi. Hatta bazen köylü bir teyzeydi… Yani biz ‘doğuştan sürüklenen küçük hayatlar’ yaşıyoruz. Küçük doğan hayatımızı büyütmeye çalışıyoruz ve karşımıza kast sistemi çıkıyor, hani ülkemizde olmayan, sürekli Hindistan’ı örnek verdiğimiz sistem… İyi silinmiş bir cam misali duruyor orada, biz ise onu kapı sanmaya devam ediyoruz, buyurun yürüyün üzerine, nafile…

Dediğimi yineleyeceğim, bizler ‘Sürüklenen küçük hayatlar’ yaşıyoruz ve bundan oldukça mutsuzuz. Çünkü biz hiçbir zaman şükretmeyi daha iyiye kapalı olmak olarak görmedik. Daha iyisi de bizim olabilirdi. Biz bu hayatımızda daha iyi olduk, olduk ama bizim olanlar daha iyi olmadı, hep başkalarının oluşuna şahit olduk. Bu yüzden istedik gitmeyi. Yeni bir umut… Gördüklerimizden, yaşadıklarımızdan ya da elde ettiğimiz çoğu somut şeyden sıyrılıp uzaklaşmanın ılık esen havası bizi tam olarak etkisi altına alıyor. 

İster iyi, ister orta, ister kötü bir halde olalım; gitmek, umuttur. Umut da kahvaltının vazgeçilmezi…

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Anmalı Yazılar -2 Nietzsche (Üstinsan)

Kojin Karatani'nin İzonomi ve Felsefenin Kökenleri Kitabından Kesitler ve Değerlendirmeler