Sivriltmek İçin Törpülenmiş Sitem


Dalga geçmek, taşlamak, hicvetmek, yermek, aşağılamak… Ne derseniz deyin ama söyleyecek çok sözüm var. Bilin bakalım neyim yok? Dilim, diyeceğimi düşünüyorsanız yanıldınız. Benim sokağım yok. İşçi emeklisi ebeveynlerimin küçük çocuğu olarak, iki evladının da sahip çıkmadığı Ayşe Teyzenin vefalı komşusu olarak, ders saatleri yüzünden güneşten önce doğmak zorunda olan zoraki bir öğrenci olarak, derdimi anlatabildiğim bir yer kalmadı.

Bir parkta oynadığımızı düşünün. Hepimiz oynuyoruz o parkın çimlerinde... Hepimizin de bir parka getireni var; anne, baba, abla vs. O an oturan çocuk kalkınca sen eğlenecektin salıncakta ama biri koşup oturdu, ama senin sırandı. Gidip çocuğa söyledin ve tepende onu parka getireni buldun: Büyük Abi. Sen de kendi büyüğünü çağırdın hemen ama ne fayda… Yaşadıklarımızdan yakınmak bu örneğe dönmüş durumda.


Legal severler derneğinden falan birileri atlayıp hemen bana tonla palavra sunacaktır. Eskiden onlara, “Kimi kime şikayet ediyorsun?!” diye sorar konuyu kapatırdım. Ama elim artık daha güçlü, “Sana zarar versem, beni bana mı şikayet edeceksin?”. Bunu söylerken üzülüyor muyum? Asla. Çünkü birileri sizin seçim yapmanızı ve bunu özgürlük olarak nitelendirmenizi istedi. (Söz meclisten(!) dışarı) O kadar güzel yerine getirdiniz ki isteklerini, hepiniz bir gecede yok oldunuz! Sunulan seçimlere girenleri, gidenleri, gitmek için tatilden dönenleri (…) aniden sağı solu uçurum olan dar bir yolda U dönüşü yapmaya çalışır halde bulduk. Yere düşen moralleriniz ile, inandığınız saçmalıklar ile, göğüs kafesinizin içinde değil plastik kutu ve zarflar içinde aradığınız yüreğiniz ile, ganyan takip eden kahvedeki dayı halleriniz ile, sizlerden ancak TWD (The Walking Dead) dizisindeki sürüngen zombiler çıkar!


Şimdi çaydan bir yudum alıp sakinleşiyoruz. Hani Çernobil’de radyasyon yuvası olan topraklarımızda yetişen çaydan; hani Kazım’ın ölümüne sebep olan radyasyon yuvası olan topraklarımızda yetişen çaydan! Çay değil süt de içebiliriz aslında, bir abimiz bize zamanında Marshall Yardımı diye bir paket vermişti, onun içindeki tozlardan bir bardak yapayım kendime! Hani şu “itin önüne koysan” içmez haldeki sütlerden. Ya da bir şeyler yiyelim mi? İthal saman yiyen ithal büyükbaş eti? Yine ithal saman yiyen küçükbaş eti? Et yemeyelim. Tarımla uğraşıp, mazotun litresine 5 lira 80 kuruş sayan daha doğrusu sayamayan çiftçiden, İsrail’den ithal ettiğimiz hibrit tohumların ürünlerinden alalım… Hoş onların da kilosu 5 ila 9 lira arası (yer yer değişmekle beraber) ama hadi alalım…


Bu kadar konuştum, elbet bir yere bağlayacağım: Kimin eseri bu? Hangi çiftçi İsrail’den tohum almaya gitti? Hangi hayvancı yurt dışından hayvan getirdi? Hangi siyasetçiler Çernobil Faciası sonrası televizyona çıkıp fındık ve çay tükettiler? Kimler bugün hala kendi hırsı için uslanmadan, akıllanmadan, ders çıkartmadan nükleer kuruyor? Kimlerin evi yalan yanlış sebepler gösterilerek yıkılıyor? Kimler gerçekten emeğinin karşılığını aldığına inanıyor? Tüm bunların sorumlularını (artık sorumlusu diyerek tekil şahsa da indirebiliriz) seçmek, sizi mutlu bir insan yapmıyor. Bu gücü birine verdiğinizi düşünmek sizin zihin mastürbasyonunuz oluyor. O kadar bitik bir haldesiniz ki, sizi kimin güdeceğini belirleyememiş olmak hepinizin canını yaktı!


Şartlar böyle iken, son sözümün ne olduğunu da, sözümüzü bir eylediklerimiz çoktan anlayacaktır. Gazoz kapağından, rastgele bir şişeden ya da kağıt ve bantlardan top oynadıklarımız anlayacaktır.

Gözler görmeyi bıraktıysa, orada durmalarının bir anlamı yoktur. Bu aynı, boş bir sigara paketinin masada durmasıdır.



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Anmalı Yazılar -2 Nietzsche (Üstinsan)

Kojin Karatani'nin İzonomi ve Felsefenin Kökenleri Kitabından Kesitler ve Değerlendirmeler

Sürüklenen Küçük Hayatlar