Yol Üzerine
Yolculuk
sırasında akla gelenler; uzak kalacağımız ve yakınlaştığımız arasındaki
kıyaslarımız; geçen her km’de değişen duygu-durumlarımız ve düzene girmek
bilmeyen küçük heyecanlara sarılmış kalp ritimleri… Benim için tüm bu durumlar çok çekici. Çünkü öylesi
büyüleyici, öylesi bir konum ki; ne kimselere yakın; ne kimselere uzak. Yalnızca çırılçıplak
kendiliğim.
Olmak
istediğim gibi: yadırganamaz, yargılanamaz bir ben. Sanki etrafım önyargılar
ormanına kapalı… Ne bir yere bağımlıyım, ne de elimdeki tütünden bağımsız. Ama
bileklerimdeki kelepçeyi, istediğim yere ben takıyorum bu durumda. (Buraya kendi iç
huzurum için bir not düşme ihtiyacı hissediyorum: Kelepçemi neye ve nereye
taktığımı ya da istediğim zaman onu taktığım yerden sökebilmem, “kendi özgürlük
kavramım” içindedir).
Kimi
insan, bulunduğu yeri terk etmeyi, aşağılık bir kaçış olarak tanımlar. Kimileri
ise (yani yolu, yolculuğu sevenler) aldığı muazzam hazdan sağı solu duyamayacak
halde; yalnızca, aracın üzerinden geçtiği şeritlerin ağır ağır gelip bir anda
altından kayıp gidişini izlemekte ve romantik hayaller kurmaktadır. Bu yüzden
hiçbir tanım yapamaz. En azından ben yapamam. Bu ancak yaşanacak bir şeydir. “Şey”dir
bence, çünkü bir benzetmeye kurban gitmemesi gerekir. Şeyler benzetmelere kurban gidemeyecek kadar bulanıktır
genelde.
Yolculuk
ederken gözlerinizi kapattığınızda içinize sinmeyen bir şeyler varsa, yolda değil, sürgündesinizdir.
‘Bulunduğu konumda mutlu olanın oradan uzaklaşma/uzaklaştırılma hissi’ için
eski bir sözcük ile yeni bir anlam: SÜRGÜN.
Yolculuk,
uzaklaşmaktır. Kendini devamlı tekrar edenden; alışılmış olandan; boğucu hale
gelmiş olandan bir uzaklaşmadır. Bazen beton grisi, bazen Karadeniz yağmurları,
bazen ise bir Urfa sıcağıdır kendini tekrar eden ya da boğan. Daha kötüsü de
insanların olmasıdır boğuculuğun temelinde. Her yerde zamanla boğarlar seni. İş
hayatı örneğinden sıkılmış bir insan olarak diyebilirim ki, akrabalar; her
hafta sonu çaya çağıran samimi olduklarından şüphe etmediğimiz arkadaşlar…
Kısaca rutin olan her şey! İşte tüm bunlardan bir kurtuluştur(!) yolda olmak.
Gittiğimiz
yerin rutine saracağını bilmek, yine de umudumuzu diri tutmak, bir süre bu
şekilde mutlu olmak… Çünkü sistem her yere bulaştı ve aslında bu kaçışın sebebi
de tam olarak sistemin kendisi.
‘Uzak
kalma-yakınlaşma’ incelemelerinde, değişmeyen tek şey maalesef ki sistemdir.
Belki gerçekten de biz isteyerek ya da istemeyerek göç ediyoruzdur.
Meşhur
ve iyi bir örnek olarak: İnsan doğduğu yerde değil, doyduğu yerde yaşar.”
cümlesi bu sistemin bizi göç ettirdiğinin en net kanıtıdır. Mutluluğu parayla,
her sabah işe gitmeyi de düzenli bir hayat ile özdeşleştirmişlerdir. Yol ise
tüm bunlardan geçici bir uzaklaşmadır.
Yazının
başına dönecek olursak, bahsettiğim yolculuk esnası, ‘kimse’lere ne yakın ne de
uzak olan o yer, tüm bunlardan azar azar uzakta kalır. Her daim yolda hissi
yaşayabileceğimiz güzel günlere…
Yorumlar
Yorum Gönder